Altı asır varlığını sürdürüp üç kıtaya hükmeden Osmanlı’yı tanımak, o yüksek karakterli insanları anlamak için yüzyıllar öncesine uzanmalı, usul usul dolaşmalıyız tarihin sokaklarında
Sadaka taşlarıyla neredeyse sokağın ortasına bırakılan paraların çalınmadığını, dükkânların kapıları eğreti bir mandalla tutturulduğu halde dönüp de kimsenin yan gözle bakmadığını görmeliyiz.
Camilerin bir köşesine konduruluvermiş kuş evlerinde eğleşen kumruların ‘hu hu’ları ile başka âlemlere kanatlanmalı, kendimizden geçmeliyiz.
Âmin alayı adı verilen törenlerle, mektebe yeni başlayan çocukların heyecanlarına ortak olmalı, dualar ve âminlerle maneviyat işlemeliyiz ruhlarına
Ramazan akşamlarında büyük konakların iftarlarına katılıvermeli, mükellef bir sofrayla karnımızı
doyurduktan sonra elimize tutuşturulan kadife keseyle bahşiş almanın mutluluğunu yudumlamalıyız
asûde bir çehreyle...
Aşkla yoğrulmuş yüreklerimizle Kâbe’ye yönelmeli, surre alaylarına katılmalıyız. Develerin ritimleriyle aylar boyu yol almalı, billurlaşan ruhlarımızla kutsal topraklara yüz sürmeliyiz.